Köyün delisi olmak

Eskiden her köyün bir delisi olurmuş. (Belki hâlâ vardır) Canı sıkılan köylü, gidip deliyi kızdırırmış.

Almanya'da kendimi köyün delisi gibi hissettiğim zamanlar olurdu, ama son dönemlerde bu duygu durumu sıklaştı. Önüme öyle şeyler geliyor ki, köyün delisi gibi avaz avaz bağırmak istiyorum; 'hiç mi izan insaf sahibi değilsiniz' diye.

Vazgeçiyorum tabi ki, köyün delisi değilim çünkü. Kime, neden bağıracaksın ki?

***

Gazeteciliğin olmazsa olmazı

Elimde bir kitap var; gazetecilerin el kitabı. Daha ilk sayfalarda bir gazetecinin sahip olması gereken özelliklere bakınca, Alman basınında bu özelliklere sahip, bunları dikkate alarak, yazılı ve/veya görsel basına haber hazırlayan, yorum yapan kaç gazeteci var diye düşünüyorum. Nedir bu özellikler, onları sırlamayacağım isteyen araştırsın bulsun öğrensin. Beni ilgilendiren, gazeteciliğin olmazsa olmazlarından, bağımsızlık, dürüstlük ve çokseslilik ilkeleriyle, profesyonel yaklaşım.

Bunu okullarda bu işin eğitimini alan gazeteciler olarak öğreniyoruz ancak, bildiğimiz gibi gazetecilik de 'eğitimi' alınmadan, almaya gerek görülmeden icra edilen mesleklerden biri, yani; önüne gelen 'gazeteciyim' diye çıkıyor meydana, böylece sapla saman da birbirine giriyor dersem, yanlış birşey söylemiş olmam.

(Bu olay maalesef Türk basını için de geçerli ve bu da başlı başına bir yazı konusu olduğu için, onu şimdilik bir kenara bırakıyorum.)

İşte bu tür akademisyen gazeteci olmayanlar, okusun öğrensin diye bir takım kitaplar vardır, isteyen alır okur öğrenir.

Almanya'da basın ne kadar özgürdür? Gazeteci ne kadar özgürdür, bağımsızdır, dürüsttür, objektiftir? Hitap ettiği kitlelere ne derece çok yönlü yaklaşabilir, çok sesli olabilir ve profesyonellik bu işin neresindedir?

Bunlar Almanya'da basını takip eden herkesin üzerinde düşünmesi gereken sorulardır.

Bu arada hemen belirteyim ki, Almanya'da, çoğunluk toplumunun televizyonundan, gazetesinden bihaber, sürü zihniyetiyle yaşayan azınlıklar, içinde yaşadıkları topluma hiçbir zaman adapte olamadıkları gibi entegre de olamazlar; tek yapabilecekleri sonuçlar karşısında acizce hayıflanmak olur.

Yerli mi, 'yabancı' mı?

Eğer birlikte yaşadığınız toplumun size hangi gözle baktığını öğrenmek istiyorsanız onun basınını takip etmek zorundasınız, bunun en kolay ve ulaşılır yolu budur, bunu da yapamıyorsanız o zaman siz, istediğiniz kadar 'ben burada doğdum', 'biz buranın yerlisiyiz' 'ben çok iyi almanca biliyorum' 'ben Almanım (çünkü Alman vatandaşıyım, o yüzden kendimi Alman sanıyorum)', 'benim hiç Türklerle ilişkim yok, sevgilim de (ya da vs..) Alman diye' diye yırtının, siz burada misafir/istenmeyen azınlık olarak kalırsınız, hiçbir zaman yerli olamazsınız.

Yerli olmak için kabul görmek gerekir, çünkü kökleriniz bu topraklarda değil, kökenlere son derece önem veren bir topluma dışardan, farklı bir kültüden, ırktan gelip kök salmak kolay bir iş değildir, hele de istenmiyorsanız. Başınızı kuma gömmek, ya da asileşmek klişeleri ortadan kaldırmaz aksine pekiştirir.

Önyargı-atom karşılaştırması

Alman basınında Türklerle ilgili resmin hiç de hoş olmadığı, tamamen negatif bir yansıtmanın söz konusu olduğu herkesin malumu. Bu negatif resmin oluşmasında geçmişin ve şimdinin etkileri olduğu gibi, kafalardaki blokajın etkileri de var. 16. yüzyılın etkilerini Avrupa'dan silmek kolay değil.

Ama bu, sürü gibi yaşayalım, kafayı kuma gömelim ya da aval aval semaya bakalım anlamına gelmiyor. Önyargılar oluşur, sorun değil atom parçalandığına göre önyargılar da ortadan kalkar, ama bunun için çalışmak gerekiyor, önyargıyı bilgi ortadan kaldırır. Önyargının karşısına bilgiyle çıkmak ve gerçeği göstermek gerekiyor, bunun için de yapılacak şey okumak ve bilgi sahibi olmak.

Okuyup bilgi sahibi olduktan sonra atılacak adım ise, tepki göstermek.

Ancak ondan sonra , gözleri vardır görmezler, kulakları vardır duymazlar, kalemleri vardır yazmazlar diyebilme hakkınız olur.

Hiçkişi

Kaç kişi Alman gazetelerini okuyor, anlıyor ve tepki veriyor? Kaç kişi beğenmediği bir yazıya karşı o gazeteye tepkisini gösteriyor, okuyucu mektubu yolluyor?

Artık online gazeteler okuyoruz. Kaç kişi online basını takip ediyor ve beğenmediği bir makalenin ya da beğendiği bir yorumun altına kendi yorumunu yazıyor/ yazabiliyor?

Kaç kişi Alman kanallarını izliyor, beğendiğini ya da beğenmediğini kaç kişi o kanalın redaksiyonuna iletiyor?

Hiçkişi!

Geçenlerde Alman devlet televizyonlarında Aghet adlı bir film gösterildi? Kaç kişi bu filmi ilk gösterimde izledi? Kaç kişi tekrarını izledi?

Birkaç kişi...

Peki kaç kişi bu günlerde Alman gazetelerini okuyor?

Kutsal nisan ayında tüm gazetelerde yazılı basında online, görsel basında Ermeni soykırımını konu edinen eserler dolaşır durur, kaç kişi bunları takip eder okur, beğendiğini ya da beğenmediğini belirtir?

Kaç kişi 'siz katillerin çocuklarısınız' diyenlere tepki verir?

Kaç kişi internet sitelerinde dolaşan Türkleri aşağılayan fıkraları gördüğünde bunlarla ilgili bir tepki verir?

Kaç kişi kendi eyaletindeki kendisini aşağılayan seçim afişlerine tepki verir?

Kaç kişi okullarda Türk çocuklarına –kendi çocuklarına hatta- geri zekalı muamelesi yapılmasına tepki verir?

Kaç kişi anadili Türkçe'ye sahip çıkmak için parmağını oynatır? Hiçkişi...Türkçe öğrenmenin neye yarayacağını soran veliler olduktan sonra, çocuklarının Türkçe bilmemesinden gurur duyar gibi sırıtarak 'aa o türkçe bilmiyoo' diyen veliler olduktan sonra...

Kaç kişi kendisiyle ve ait olduğu toplumla ilgili konularda ilgili makamlara Türk olsun Alman olsun şikayet bildirir?

soruları çogaltmak mümkün ama gerek yok, nasıl olsa yanıt aynı...

Kendini ifade etmekten aciz bireyler

Birşeyi belirtmekte fayda var, bu soruları sadece ben sormuyorum, Almanlar da soruyor, neden tepki vermiyorsunuz sizinle ilgili konulara diyorlar..Ben de, vermiyoruz iste, biz tepki vermeyiz diyorum bana soran Almanlara!

Ne diyeyim? Biz okumayız, izlemeyiz, bilmeyiz, cahiliz, aciziz, sürüyüz, vur kafamıza al lokmamımızı mi diyeyim? Yoksa biz Behlül'le Ezel'le Polat'la, Adanalıyıhk'la, onların karıları metresleri ve de bunların ağlak zırlak versiyonlarıyla kısaca bilumum dizi zerzevatıyla yaşayıp gidiyoruz, Alman basınını izleyecek kanallarına bakacak halimiz durumumuz yok mu diyeyim?

Bireysel bazda sorumluluklarının bilincinde olmayan kişilerden ve onların oluşturduğu kurum ve kuruluşlardan da pek birşey çıkmıyor. Adlarına sivil toplum kuruluşu denen bu yapılanmalar bazen temsil ettikleri kitle adına birşey yapmaya kalkıyor ama beceremiyor, yapmasa daha iyi aslında.

Sivil toplum kuruluşunun başına gelen 'baş' temsil ettiği kitleyi tanımıyor, kitlesinin ihtiyaçlarını, özelliklerini, ürünlerini tanımıyor; ne yapabilir ki? 'Baş' kendisini ifade edemiyor ki kitle adına birşey ifade etsin. Yazılı ifadeyi bırak sözlü ifadeden bile aciz çoğu.

Amaaaaaaaan, bosveeeeeeeer, banane yaaaa....

Siz böyle oldukça sizin başınıza daha çook 'Ageth'ler gelir.

Almanya'da yaşayan Türklerin yaptığı iyi tek birşey var: Zırıldamak.

Zırıldamak: 1) Durmaksızın söylenerek hoşnutsuzluğunu açığa vurmak:
'Herif yine zırıldayıp duruyor.' 2) Sürekli ağlamak. Kaynak: TDK

Berlin Humboldt Üniversitesi Profesörü Stefan Kipf, Türkler Latince öğrensin demiş, çok hakli bence de artık gün Latince öğrenme günüdür!

Age, dic!

 

 

 

Hülya Sancak

sancak(at)almanyabulteni.de