-
Aa
+
 
 

Yaşarken efsaneleşen Almanya Türk Toplumu

Türkiye Cumhuriyet’nin kuruluşunun 101. yıldönümü vesilesiyle 28.10.2024 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Münster Başkonsolosluğu tarafından Münsterland Fuar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen Cumhuriyet resepsiyonunda Başkonsolos Arif Hakan Yeter’in davetlilere hitaben yaptığı, Almanya Türk Toplumu hakkındaki oldukça samimi ve bir çok gözün göremediği gözlemlerinin de yer aldığı konuşmasının tamamını okurlarımız için yayınlıyoruz.
---------------------

Huzurunuza birbiriyle irtibatlı üç soruyu cevaplamak üzere gelmiş bulunuyorum: Tarih nerede biter? Efsane nerde başlar? İkisi arasındaki ince çizgi nerede aşılır?

Bazı tarihi olaylar vardır. Gerçekleşmeleri uğrunda sergilenen gayretin sınırsızlığı ve fedakarlığın derinliğiyle dikkat çekerler. Sonucunda elde edilenin başlangıçtaki imkanlarla kıyaslanamayacak büyüklüğüyle insanı büyülerler. Ve böylece o tarihi olay, ilerleyen yüzyıllarda efsaneler, destanlar arasına karışır.
ALMANYA VE TÜRKİYE İÇİN “ANKA KUŞU” BENZETMESİ
Bugün, bu üç soruya cevap arayışımda yardımcı olabilecek üç modern efsaneden bahsedeceğim.

Bernd Haunfelder, tarihi Münster belediye binasının yeniden inşasını anlatan 1988 tarihli kitabına “Küllerinden Doğan Anka” başlığını vermişti. Anka, bildiğiniz gibi, kendini ateşin içine atıp sonra küllerinden yeniden doğarak sonsuza dek yaşayan efsanevi kuştur. Bu efsaneye atıfla kitaba verilen adın sadece belediye binası için değil, savaş sonrası Almanya için de kullanılabileceğini düşünüyorum. Almanya, Anka kuşu gibi, küllerinden doğrulmuş, gücüne ve görkemine yeniden kavuşmuştu.
Bugün 101. yıldönümünü kutlamak üzere toplandığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu da bir Anka efsanesidir. Tarihçi Oral Sander, Türk milletinin Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişini “Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü” adlı kitabında şöyle anlatmıştı:

Anka kuşu gibi çok uzun süre görkemli şekilde yaşayan ve sonra kendini 1. Dünya savaşının ateşine atıp küllerinden yepyeni bir benlikle doğan bu gerçekten olağanüstü devlet, (…)

1918’de “hastaydı, artık öldü” denen bir milletin, dört yıl daha mücadele ederek, yeniden dirilmesi efsanelerle at başı bir tarihi olaydır. O yeniden dirilmeyle eşzamanlı olarak, 1923’te, Cumhuriyet şeklinde yepyeni bir benliğe bürünmesi ise olağanüstüdür.

YENİDEN DİRİLİŞE İNANANLARIN BAŞARISI

Mustafa Kemal Atatürk bu dirilişin haklı önderiydi. Çünkü, kalbiyle o yeniden dirilişe inandı. Aklıyla o yepyeni benliği tasarladı. Eylemleriyle bu benliği inşa etti. Onu, silah arkadaşlarını ve ardında mücadele eden şehit ve gazilerimizi bir kez daha saygıyla ve rahmetle yad ediyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti, ikinci yüzyılına, yine kan ve ateş coğrafyasıyla çevrili giriyor. Bu ateşin kıvılcımları ülkemize de düşüyor. Son olarak Ankara’da 23 Ekim’de yaşanan terör saldırısında hayatını kaybedenleri rahmetle anıyoruz. Böyle bir ortamda, sağımıza solumuza değil, yanımızda kimlerin olduğuna veya olmadığına değil, kalbimize bakıyoruz: Sabrımız ve fedakârlık ruhumuz hala orada. Zihnimize bakıyoruz, Cumhuriyetin verdiği değerler hala parlak ve taze. Öyleyse Cumhuriyetin, vaat ettiği ufka ulaşacağından emin olabiliriz.

TÜRKİYE VE ALMANYA BİRBİRİNE LAZIM VE LAYIKTIR

Bu yıl, bu iki efsaneye konu iki dost ve müttefik ülke arasında diplomatik ilişkilerin de 100. yılıdır. İlişkilerimizin 100. yılında da birbirimiz için önemli olmaya devam ediyoruz. Sadece son bir yılda gerçekleşen ziyaret trafiği, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Cumhurbaşkanı Sayın Frank-Walter Steinmeier’in karşılıklı ziyaretleri, Başbakan Scholz’un geçtiğimiz hafta ülkemizi ziyareti bu ilişkilerin önemini ortaya koymaktadır.

Almanya Avrupa’nın lokomotifi ve eksenidir. Türkiye en fırtınalı dönemlerini yaşayan Avrasya ve Ortadoğu’nun istikrar çapasıdır. Ve dost ve müttefik bu iki ülke birbirine lazımdır ve layıktır. Birlikte çalışabileceğimiz konuların listesi uzundur. Örneğin, her iki ülkenin de bulunduğu bölgeler istikrarsızlıkla ve çatışmalarla sınanmaktadır. Bu bölgelerde istikrarın temini işbirliğimize bağlıdır. Her iki ülkenin iç gündeminde göç en önemli konu başlıklarındandır. Avrupa Birliği sürecimiz, Gümrük Birliği’nin modernizasyonu dahil gerekli adımların atılması halinde iki tarafın da yararlanabileceği büyük bir potansiyel barındırmaktadır.

Bu ilişkilerin bu ortak zeminde daha da ilerlemesinde kritik unsur ise Goethe’ye atfedilen şu ifadelerde saklıdır:

Neticede biz hepimiz ayrıyız. Birbirine ne kadar benzerse benzesin hikayelerimiz bir yol ayrımına gelir ve ayrılır. Benzerliklerimizden dolayı birbirimize yaklaşırız, ama saygı duymayı öğrenmemiz gereken, farklılıklarımızdır.

Goethe aslında bu ifadeleriyle geleneksel Türk sanatı ebrunun temel prensibini resmetmiştir: Su ortak zemininde farklı renkler olarak bir arada yaşamanın büyüsünü inşa edebiliriz. Kendi renklerimizi koruyarak, diğerlerini kıymetlendirebiliriz, daha görünür kılabiliriz.

Üç efsane demiştim; şimdi üçüncü efsaneye değinmek istiyorum. Ortadoğu’da Anka efsanesinin bir versiyonu daha vardır: Simurg Efsanesi. Bu efsanede, milyonlarca kuş, ölümsüz bilge kuşu, yani Simurg’u bulmak için yola çıkarlar. Nice zorluktan sonra rivayet edilen yere varırlar. Geriye otuz kuş kalmıştır. Simurg’u ararlar, bulamazlar. Nihayet farkederler ki, Simurg kelimesinin bir anlamı da “otuz kuş”muş ve aradıkları aslında başından beri kendileriymiş. Aradıkları bilgelik zaten kendilerindeymiş. Sadece onu ortaya çıkaracak olan zorlu yolculuğu tamamlamaları gerekiyormuş.

ALMANYA TÜRK TOPLUMU YAŞAYAN BİR EFSANEDİR

Bu Simurg/Anka efsanesinin modern versiyonunun kahramanı, benzer bir yolculuğun sahibi olan, ama azala azala otuza inen değil, arta arta üç milyonu geçen bir kitledir. Almanya Türk Toplumu’dur.

60 yılın sonunda gurbet zorluğunda vardığınız noktaya bakın: Refaha ve takdire ulaştınız. Metanetinizi, kimliğimizin önemini, değerlerimizin derinliğini ve gücünü farkettiniz. İşte bu da bu toplumun efsanesidir. Sizin efsanenizdir. Yaşarken efsaneleşmektir.

100 YILDA 3 BÜYÜK EFSANEYE İMZA ATTINIZ

Almanya Türk Toplumunun bir hususiyeti daha var: O, üç efsanenin de ortak kahramanıdır. Muhakkak büyüklerinizden Millî Mücadeleye ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşuna kanı, canı ve gayretiyle katkıda bulunanlar oldu. Sonra siz ve ebeveynleriniz emeklerinizle Almanya’nın yükselişine katkı verdiniz. Şimdi de kendi Simurg efsanenizi inşa ediyorsunuz. Tarihte çok az topluluk yüz yılda ve beş nesilde, üç büyük efsaneye imza atmıştır.

Siz bu efsanelere imzanızı atarken, bana düşen de bu modern efsanelerin modern Dede Korkut’u olmaksa bununla ancak iftihar ederim.

Değerli Davetliler,

Türkiye’nin civar coğrafyayı kaplayan ateş ve kanla mücadele ettiği, Almanya ve üyesi olduğu Avrupa Birliği’nin de ciddi sınamalarla karşı karşıya olduğu hepimizin malumudur. Huzur ve refaha ulaştıracak denklemi ancak birlikte çözebileceğiz.

ALMANYA TÜRK TOPLUMU ÜMİDİMİZİN KAYNAĞIDIR

Bu denklemde artık Almanya Türk Toplumu’nun da yerini alması gerektiğine inanıyorum. Bir yıldır bu toplumun arasındayım. Ve bu bir yılda onda gözlemlediklerimi şimdi yine size arzetmek istiyorum:

İlki, bir başka toplumda misline rastlanmayan bir dinamizm. Dışta hayatın her aşamasına elini uzatan, içte de dönüşüme güç veren bir dinamizm gördüm. İçte dönüşümle şunu kastediyorum: Türk toplumunun sosyoekonomik gücünün artışı, eğitim düzeyinin yükselişi, Türkiye’den son dönemde gelen donanımlı gençlerle profilinin derinlik kazanması. Bugün onları temsil eden iş insanları, üniversite öğrencileri ve yeni göçmenler de aramızdalar. 

Bu dinamizmin varmak istediği hedefi anlamaya çalıştım. Vardığım sonuç, rastladığım Almanca şu sözde özetleniyor: “Der Weg ist das Ziel”.

İkinci gözlemim, Almanya Türk toplumunu bir kılan sır, aslında Anadolu’nun farklı kültür, inanç ve yörelerinden burada toplanmış sizleri de birleştiren üç unsurdur: Cumhuriyetin idealleri, Anadolu coğrafyası ve Türk dili.

Üçüncü gözlemim, Türk toplumunda hâkim olmaya başlayan “ikinci vatan Almanya” anlayışıdır. Bu toplum, Türkiye’yle kimlik bağı kadar, emekleriyle yükselttiği Almanya markasını da önemsemektedir.

Türk toplumu, bu hususiyetleriyle, potansiyelini gerçekleştirmeye hazırdır. Ama karşısında sınamalar da var. Bu sınamaların en önemlisi siyasette de temsil edilmeye başlayan aşırı görüşlerdir. Çözülemeyen sorunları istismar eden aşırı görüşler, sadece Almanya’da değil, tüm dünyada insanları gelecekleri adına düşündürmektedir.

“Sevda kuşun kanadında” mısraından ilham alanmesajım bu bir yılın sonunda güçlenmiştir:

Cumhuriyetin vaat ettiği ideallerin burada da yeşermesi, Türkiye ve Almanya arasında sağlam bir köprü kurulması için ümitlerimiz bu Anka’nın kanadındadır. Almanya Türk Toplumunun kollarındadır.

ALMANYA TÜRK TOPLUMU’NA DESTEKLERİMİZİ SÜRDÜRECEĞİZ

Cumhuriyeti değerlerini yaşatma ve Almanya Türk toplumuna destek verme yönündeki gayretlerimizi bu istikamette sürdüreceğiz. Bu gayrette ortağım olan mesai arkadaşlarıma, değerli Başkonsolosluk çalışanlarına teşekkür ediyorum.

Birazdan sahne alacak olan Bielefeld Atatürkçü Düşünce Derneği Fasl-ı Deva Korosu’na teşekkür ediyorum. Amatör ruhlarının heyecan ve neşesiyle karşınızda olacaklar. Bizi aynı şarkıyı mırıldanırken bir ve bütün kılacaklar.

Buradaki vazifem için kolaylık sağlayan, yorum ve tavsiyeleriyle vizyonumun zenginleşmesine katkıda bulunan dost ve müttefik Almanya’nın federal ve yerel makamlarına teşekkür ediyorum.

Bugünü mümkün kılan destekçilerimize teşekkür ediyorum. Beni muhabbetle bağrına basan, kadrini ve kıymetini anlatmaya kelime dağarcığımdaki kelimelerin kifayet etmeyeceği asil ve samimi Almanya Türk toplumuna teşekkür ediyorum.

Son olarak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, Cumhuriyetin yükseltilmesine kanı, canı, fikri, duası ve gayretiyle destek olan herkesi saygıyla, minnetle ve rahmetle yad ediyorum.

Arif Hakan Yeter
Türkiye Cumhuriyeti Münster Başkonsolosu