Sıfır noktası
5. Eğitim
“Baştan başlamak için de birtakım yetenekler gerekliydi; daha talihli doğmuş olmak gerekliydi mesela“ der Oğuz Atay “Korkuyu Beklerken“ isimli romanında. Yazı dizisinin son maddesinin eğitim olacağı, sanırım şu an içinde bulunduğum durumun biçareliğine tuz biber oldu. Kaygılıyım sevgili okur. Sen bu satırları okurken ben amfide oturup günlerdir içimi kemiren sınavın sonucunu alıyor olacağım. Gerçekten de korkuyu bekliyorum. Ama daha talihli doğmuş olmak, yani içine doğduğumuz hayatın koşulları, akademik başarımızı ne denli etkiler, orası tartışılır. Zaten bu saatten sonra yeniden doğmam pek mümkün gözükmediği için, mevcut durumun içinde yapabileceğimin en iyisini yapmak gelir elimden. Sen benim mevcut durumumun karamsarlığına dua ederek umut olurken, hayırsever okurum, ben de Almanyalı Türklerin eğitim durumlarına istinaden biraz daha genel çerçeveden ele alayım konumuzu.
Yapılan son istatistikî araştırmaya göre her 3 göçmenden biri yüksek öğrenime giriş biletimiz olan “Abitur“ veya “Fachabitur“ diplomasına sahip. Bu durum göçmenlerin yüzde 30’u için geçerli olurken, Almanların sadece yüzde 28’i bu denli başarılı. Elbette göçmen ailelerde genç nüfus daha yüksek olduğu için bu araştırmanın onların lehine olması kaçınılmaz. Sevindirici habere gölge düşüren gerçekse, yüzde 30’luk oranda en belirleyici faktörün yabancıların hangi ülkeden göç ettikleri olması.
2.2 milyonun içinde bir garip % 14
Bugün Almanya’da yaklaşık 2.2 milyon Türk yaşamakta. Türklerin en kalabalık göçmen nüfusu oluşturmalarına rağmen, sadece yüzde 14 Abitur veya Fachabitur diplomasına sahip. En azından 2010 yılından bu yana yüzde 1 artış yaşanmış diye sevinsek herhalde zaten geçmişe öykünmekten şişirdiğimiz egolarımızdan mütevellit küçük çaplı bir patlama yaşayabiliriz. Ama gerçekçi olmak gerekirse meslek eğitimi olmayan yüzde 36’lık göçmen grubun içinde bulunmamızla birlikte, vaziyetin vehameti ortada. Peki ama neden 50 yıldır eğitim konusunu geriden takip ediyoruz? Neden hala azimli ve üçüncü sınıf vatandaş olmayı reddeden ilk nesilden bir avuç insan dışında, eğitim düzeyini yükseltmeye kıymet verenlerimizin sayısı bu kadar az?
Kişisel gözlemlerimden yola çıkarak gönül rahatlığıyla burada doğmuş anne ve babalarımızın bir sonraki nesilden daha iyi Almanca konuştuğunu ileri sürebilirim. Aslında tam tersinin olması beklenirken, yeni nesil çocuklar sadece hatalı Almanca konuşmakla kalmayıp, birlikte büyüdükleri Alman çocukların bile konuşmasını bozuyorlar. Öyle ki, Türkçe’de kullanılan argo söylemler Alman gençleri arasında da kullanılır hâle geldiler. Hatta daha varlıklı ve “organik Alman“ diye tabir ettiğimiz ailelerin çocuklarına “Almans“ yani Almanlar diyen Alman arkadaşlarım var. Dil konusundaki eksiklere ilk maddede değindiğimiz için eğitim hayatını anlaşılır kılan bu temel unsura detaylıca değinmeye gerek yok. Yine de bana göre eğitim probleminin altında yatan başlıca neden birçok kişinin eğitime yeterince kıymet vermemesi. Bir sürü ebeveyn Almanya’da doğup yetişmiş olduğu halde eğitime bir zamanlar hiç tanımadığı bir ülkeye göç etmiş ve bu ülkede tutunmak için çırpınmış anne ve babası kadar önem atfetmiyor. Belki de toplumda öteki olmanın ne denli zor ve can yakıcı bir durum olduğunu bilmeleri ve çocuklarının ileride daha çok kabul görmeleri için çabalayan bu insanların yaşadıkları zorluklardan muaf olduğumuz için olabilir.
“Eziliyor benim çocuğum!“
Hâlâ okullarda ve iş hayatında yaşanan ayrımcılıktan yakınan onca insana rağmen, bu ayrımcı yaklaşımının tek taraflı olmadığı fikrindeyim. Her başarısız Türk öğrenciye bir Blair cadısı öğretmen düşmüyor çünkü. Gereken maddi imkanları sağlayınca zaten yeterince başıboş ve sorumsuz çocuklar yetişiyor. Daha önce de bahsettiğim gibi maalesef çocukların kendi yaşadığımız dar çaplı Türk toplumu içinde çizdikleri uslu çocuk performansını okuldaki başarıya tercih ediyoruz. O çocuklar da çok geçmeden birazcık yalan dolanla, biraz da ‘mış’ gibi yaparak beklenilen performansı sergiliyorlar. Sahneden arta kalan zamanları ise yasaklanan ve kabul görmeyen “asimile“ olmuş davranışlarını sürdürmekle geçiriyorlar. Öte yandan bir sürü Alman aile çocuklarının ödevlerini istikrarlı biçimde takip edip veli toplantılarına öğretmenle mahalle kavgası etmek için değil, eleştirilerini dinlemek için gidiyor. Biz dershane hocasına çocuklarımıza haksızlık eden ayrımcı öğretmeni kötüleyip mucize yaratmasını beklerken, Alman öğrenciler aldıkları ek dersin desteğinden faydalanıyor. Türk çocuklarına her altı ayda bir alınan son model cep telefonları bedava reklam işlevi görürken, Almanlar çocuklarına kitap okuma alışkanlığı kazandırmaya çalışıyor. Elbette bu örnekler her Alman aile için geçerli değil. Ancak onlarda toplumsal sorun olan düşük eğitim seviyesi Türkler için entegrasyon sorunu hükmüne geçiyor. Biz çocukların okullarda ayrımcılığa uğradığını söylerken, asıl ayrımcılığa destek vermiş oluyoruz. Entegre olamadığımız teşhisini güçlendirip önyargıları katmerliyoruz.
Yarım asırlık bilançomuzu da böylelikle çıkarmış olduk. Umarım değindiğimiz sinir uçları hepimiz için kendimizle yüzleşme fırsatı olur. Bana gelince, yazarken biraz daha yatıştı sanırım heyecanım. Sınav neyse de, toplumumuz konusunda ümitvarım. Ne güzel söylemiş Ziya Osman Saba: “Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var. Gecenin sonunda seher, kışın sonunda bahar.“
Hayrunnisa Akar