Mafyosolar’dan profesörlere
Salı günü yaşanan Sultanahmet saldırısının ardından elbette hiçbirimiz Türk bayrağı temalı facebook profil fotoğrafları yükleyemedik, yüreği buruk okurum. Yaşamını kaybeden 9 Alman turiste binaen belki Almanlara karşı bir mahcubiyet gösterme fırsatı dahi elimize geçmeden, Alman basını payımıza düşen faturayı çoktan kesmiş bulunmakta. Zira saldırının faili Türkiye tarafından Suudi asilli bir Suriye vatandaşı olarak tespit edilmiş olsa da Alman basını bu denli “çabuk“ bir kesinleşmenin “şaibeli“ olduğu kanaatine varıyor. Gerekçe olarak ise Türk basınında da olduğu gibi Suruç ve Ankara saldırılarının akabinde işaret edilen farklı noktalar gösterilmekte.
“Türkiye gündem değiştiriyor“
Oysa bu noktaya kadar gayet haklı sebeplere dayanan eleştirinin rengi, Sultanahmet saldırısından ziyade, tutuklanan yaklaşık 2000 akademisyenin Alman basınını meşgul etmesiyle değişti. Türkiye’yi gündem değiştirmekle suçlarken, saldırı yerine “Barış İçin Akademisyenler“ inisiyatifine imza atan akademisyenlere terör örgütü propagandası yapmak suçundan soruşturma başlatılmasının dış politika manşetlerini süslemesi elbette manidar. Bu noktada inisiyatifin içeriğinin yanında durmak mümkün olmasa da, barış talebinin devlete yöneltilmesinin meşruiyeti ve fikir hürriyetiyle terör propagandası arasına çizilen o hiç olmayan sınırın adaletsizliği tartışılmaz. Ancak IŞİD’le mücadele adı altında bir çok defa belgelenen ve üzerine yazılacak pek bir şeyin kalmadığı Kürt militanlara verilen Batı desteği olumlu bir zemine oturtulmaya çalışılıyor. Bunun içinse Türkiye’deki terörün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın salt başkanlık projesi olarak üretildiği iddiası kabul edilemez. Sultanahmet saldırısının IŞİD’e mal edilmesinde bir ikiyüzlülük arayan Alman basınının referansı da IŞİD’in legal kolu Suudi Arabistan’a Türkiye’nin IŞİD’le mücadeleye paralel olarak yaklaşması.
Saldırının ardından IŞİD’e karşı mücadelede Almanya‘nın Iraklı Kürt militanları eğitip silahlı destek vereceği açıklaması, böylelikle yine saldırıyla beraber aklanmış bulundu. O halde saldırı yerine üçüncü sınıf milliyetçi mafyoso Sedat Peker’in “Barış için Akademisyenler“ inisiyatifine imza atanlara yönelik “oluk oluk kanlarınızı akıtacağız“ tehdidinin Alman basınının gündeminde daha popüler olması kaçınılmazdı.
“Beyrut edebiyatı“
Hala bir Facebook fotoğrafımız yok diyenlere cevabense, Türkiye kendi ülkesinin acısına sahip çıkmamakla itham edilmekte. “Beyrut edebiyatı“ yapmamızın yersizliği yeterince matem reklamı yapmamamızdan ötürüymüş. Belki de topluca mum yakıp buram buram İslamofobi’nin tütsülendiği anma törenleri düzenlemediğimizden mütevellit bir kaç Charlie Hebdo hevesini alamamış kişi hariç dünya “Je suis İstanbul“ diyemedi. Demesinler de. Çıkarlara göre terör örgütlerinin aklanıp karalandığı düzende elbette Charlie Hebdo’nun insanlık dışı Aylan Kürdi karikatürü “ırkçı değil de, ırkçı medyanın yetişkin Aylan’a muhtemel bakış açısına eleştiri“ olarak aklanacaktı. Paris saldırısını tüm Müslümanların İslam adına kınaması gerektiğinin bir kez daha altını çizerek saldırının ardından fikir özgürlüğü diye hortlayan Alman medyasının bu fazla zorlama entelektüel Aylan yorumunu da kınıyorum. Yılbaşı gecesi yaşanan taciz olaylarının da birden yeni bir olguymuş gibi mültecilere ve dolayısıyla tüm göçmen kökenli erkeklere mal edilmesi bu tuz biberin zemini olmamalıydı. Uzun lafın kısası bunca algı operasyonunun ardından Cahit Zarifoğlu’ndan gelmeli: “Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız. Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları. Bir dehliz kadar karanlıktır bazıları…“
Hayrunnisa Akar