Cinsel saldırının etnisitesi
Yılbaşı hadisesinden sonra havuz yasağı getirilen mülteci erkeklere şimdi de Freiburg’da gece kulüplerine giriş yasakları başladı. Gerekçeler ise yine aynı: cinsel saldırı ve hırsızlık. Suriye halkının açlıktan çimen ve sokak hayvanları yediği haberleri içimizi dağlarken, Avrupa’da eşlerini ve çocuklarını sığınmacı kamplarına bırakıp gece kulüplerinde eğlenen, kadınları taciz eden, bahis oynayan mültecileri görünce elbette öfkelenmemek mümkün değil. Üstelik bayramda kurban eti dağıtmak ve Ramazan’da toplu iftar yemekleri vermek dışında özellikle genç mültecilerin topluma gözü tok ve kendi kimliklerini kaybetmeden entegre olması için çabalayan Müslüman dernekler de pek fazla sayılmaz. Hatta birçoğumuz mülteci korkusu konusunda Almanlarla aynı saftayız. Oysa cinsel şiddet Almanya’da hep var olan bir olguydu. Önceki yazıda da bahsettiğim gibi özellikle karnaval zamanı toplu taşıma araçlarından tren istasyonlarına, kalabalık alışveriş caddelerinden parklara kadar karnaval kutlamalarına katılmayanların dahi maruz kaldığı ve erkek egemen kültürün cinsiyetçi sloganlarının atıldığı görüntülere sebep olmakta.
“Kendi kabahati!”
Alkolün etkisiyle medeniyet kisvesi altında bastırılmaya çalışılan cinsel fütursuzluk ve kadının cinsel obje haline getirilmesi hadisesi bu topraklarda çok aşina olduğumuz bir şey. Oysa bir kadının kapalı giyinmesi onu gericilikle suçlamak için ne kadar akıldışı bir davranışsa, açık kostümler giymesini tacize davet olarak yorumlamak da bir o kadar ahlakdışı bir davranıştır. Fakat bu akıl ve ahlak dışı yargılar yılbaşı sonrası her ne kadar cinsiyetçilikle mücadele adı altında kamufle edilmeye çalışılan ırkçı yaklaşımlar olsa da, söz konusu olan sadece Ortadoğu insanına has bir sorun değil. Özellikle ana akım medya üzerinden oluşturulmaya çalışılan cinsel saldırının mülteci kriziyle patladığı algısı tez vakitte her türlü cinsiyet ayrımı ve cinsel saldırıya karşı gerçek eşitlikçi mücadeleye dönüştürülmezse, yıllardır burada yaşayan Arap ve Türk asıllı göçmenlerin de hedefe alınması kaçınılmaz son olacaktır. Bu da gün geçtikçe tırmanmakta olan yabancı düşmanlığına “Batı medeniyetinin tahrip edildiği” gerekçesiyle büyük katkı sağlayacaktır.
Cinsel saldırı nerede baslar?
Aslında yılbaşı gecesi Köln’de yaşananların ardından polise yapılan yüzlerce şikayet başvurusunun doğurduğu sonuçlara göz atmak, meselenin altında yatan asıl sorunu görmek için yeterli olabilir. Kimliği belirlenen mültecilere sınır dışı hamlesi Merkel’in kucaklayıcı tavrına bir yandan zeval getirmiş olup diğer yandan biz demiştikçi PEGIDA’ya haklı çıkmış olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşatmış olsa da, Alman ceza kanunun (StGB) 177. maddesini biraz incelemek cinsel saldırının hukuksal anlamda ne kadar da eksik tanımlandığını gözler önüne serecektir. Yılbaşı gecesi şikayetlerine bakıldığında açıkça cinsel saldırı yapılmış olsa da, hukuksal anlamda birçok vaka mevcut ceza kanununa göre saldırı niteliği taşımamakta. Zira bir başkasına karşı izni olmadan yapılan cinsel eylem sadece fiziksel şiddet, tehdit veya korunmasız bir durumda istismar ve savunmasız kişilere karşı saldırı söz konusu olduğunda cinsel saldırı olarak değerlendiriliyor. Yani kalabalık içindeki bir kadının bedeninin en özel yerlerine veya giysilerinin altından çıplak tenine dokunulması fiziksel acı, tehdit ve korunmasızlık olmadığı için cinsel saldırı hükmüne geçmiyor. Her ne kadar etrafı ona izinsiz olarak dokunan erkeklerle çevrili olup, kendisi de rahatsızlığını açıkça belirtse de, açık alan olduğundan ve “uzaklaşma” şansı olduğu için, kaçmasını engelleyen can korkusu cinsel saldırının doğrulanması için yeterli görülmüyor.
Sonuç olarak eşyanın çalınması hukuksal anlamda daha rahat tanımlandığı için yılbaşı gecesi yaşanan hırsızlık vakaları daha kolay çözümleneceğe benziyor. Mülteci akımından çok daha öncesinden günümüze taşınan ve kadınların insan hakları açısından bu denli bir hukuksal zaafiyet teşkil eden cinsel şiddetin boyutu, üzeri ırkçılıkla örtülemeyecek kadar derin.
Hayrunnisa Akar