İslamofobi’nin müslümancası
Bu yazıda batıda üretilen İslam algısına ve bir çok Müslüman‘ı inançlarını aklama gayretine sürükleyen İslam korkusuna atıfta bulunmayacağımı baştan belirtmeliyim. Türlü türlü komplo teorilerinin hasıl olduğu islamofobi meselesinin politikik analizini yapmaktan ziyade, yaratlımaya çalışılan Müslüman profiline farkında olmadan ne denli destek verdiğimizi kabullenmek daha doğru bir çıkış noktası olacaktır kanımca.
Geçtiğimiz günlerde Baden-Württemberg eyaletine bağlı Villingen-Schwenningen’de içinde 170 kişinin yaşadığı sığınmacı yurduna şans eseri patlamayan bir el bombasının atılmasının ardından yine, yeni, yeniden sağ siyasetin ürettiği şiddeti ele alarak bildiğimiz cümleleri tekrarlayabiliriz aslında. Çünkü 2015’ten bu yana mülteci kamplarına düzenlenen saldırılar 5 kat arttı. Çünkü kundaklama vakaları 6’dan 92’ye yükseldi. Üstelik saldırılardan en az 901’inin sağcı gruplar tarafından gerçekleştirildiğini biliyoruz. Buna rağmen hepimizin bildiği cümlelere bir de kendi nüansımı ilave ederek rota çizmeyen islamcı sloganlar savurmayı beyhude buluyorum. Zira mütedeyyin kesimin içinde yetişmis her genç gibi bende “beni bir Almandan ayıran“ ahlaki değerleri, anlamadan Kur’an‘ın Arapçasını okumayı, Kadir Gecesi dısında rivayet kültürüyle dine ilave edilen muhtelif kandil günlerini ve uyku pozisyonuna kadar sırf her ücra köşeye kural ve sınır getirmek adına sokuşturulmaya çalışılan hadislerle bezerli din anlayışını biliyorum. Elbette bugün ne kadar sorgulamadan ve korkusuz düşünceden uzak olduğunu gördüğüm bu dini kuruluşlarda iyi dostluklar, kardeşçe hareket etme gibi gayet insani ve önemli değerleri de ögrendik.
Aynı kaynak, ayrı “müslümanlık“
Oysa tüm bu güzellikler dahi Kur’an’ın doğru bir mealini okuyup, İslam tarihine biraz vakıf olmaya başladıkça ben ve benim gibi düşünenleri bu tarz dini kuruluşlarda tutamadı. Zira önceki jenerasyonların sorunlarına cevap verebilirken bugün iletişim kanallarının kapılarının ardına kadar açık olduğu ve her türlü bilginin anında erişilebilir olduğu dünyamızda geleneksel kaynaklar da kolayca ulaşılır oldu. Önceleri asrın müceddidi ilan edilen bir takım hocaların sözleri kanun hükmüne geçerken, artık o hocaların referans aldığı hadis külliyatları evlerin tozlu raflarından indirilip içine göz atılası hale geldi. Ateist olma hevesinizi gerçekleştirmek adına uygulanan yanlış müslümanlığa işaret ederek “mürted“ olmanın “İslam hukukunca“ yaptırımını bu hadis külliyatlarında bulabilirsiniz. Tabii o hadislerin Hz. Muhammed’in vefatından 200 yıl sonra kaleme alındığını ve Kur’an’ın tamamını görmezden gelme adaletsizliğini gösterirseniz. Benzer bir adaletsizliği yaşadığı geleneksel “müslümanlığın“ Islam olduğunu sanıp tahrif edilmemiş bir Kur’an meali ve tefsiri okumaya gerek duymadan ilahi sözleşmeyi imzalayan dindarlarımız da yapmakta oysa. Avrupa’da yaygın olan her cami cemaati Cuma namazlarının ardından “kadının kocasına karşı görevleri“ temalı hutbeler dinlerken “İslamist“ terör örgütlerinin tamamının aynı geleneksel din anlayışından beslendiği mezhep çatışması ve fıkıh kaynaklarından fetva aldığı gerçeğini göremiyor.
Yeni başlangıçlar için sözde cihatçılık
Hal böyleyken Cuma namazları ve Ramazan ayı dışında dini hassasiyeti pek olmayan gençler veya imanından şüphe etmediğim iyi niyetli müslümanlardan olanlar dışında yaptığı büyük hatalardan dolayı “hayatını temize çekmek“ isteyen müslüman veya gayrimüslim bir sürü genç İŞİD veya benzeri terör örgütleri tarafından kolayca etkilenebiliyor. Eğer gerçekten samimi olarak Allah rızası niyetindeysek, bugüne kadar sayılarla ezberlettirilen “müslümanlığa“ tabi olmaktan ve kendimize Kur’an dışında rehber aramaktan vazgeçmeli ve hadis rivayetleri, mezhepler, alimler, hocalar dahil olmak üzere tüm geleneği sorgulamak zorundayız. Aksi türlü kendini müslüman sanan Suudi Arabistan yönetimi’nin mülteci almaması ve islamofobi’den ekmeğini çıkaran Frauke Petry gibi isimlere muhalefet olamayız. Gayri islami nedenlerle işlenen insanlık suçları en az müslümanca hareket ettiğini sanan utanç tablosu örgütlerin katliyamları kadar feci de olsa, gün geçtikçe büyüyen algı operasyonuna samimi ve hakiki iman edenler dahi çanak tutmuş olur. Bugün sokaklarda sarhoş dolaşan ve adı taciz vakalarına karışan mültecileri de bir araya toplayamaz ve topluma müslümanca entegre edemeyiz. Almanya’da korkunç boyutlara ulaşan ırkçılığın, sağ siyasetin ve nefret dilinin hukuksuzluğunu soğukkanlılıkla ortaya koyamayız.
Son olarak yazıyı müslümanca duruşun en güzel örneklerinden biri olan Ali Şeriati’den bir alıntı ile taçlandırmak adına: "Bir hakikati yok etmek istiyorsan ona iyi saldırma, onu kötü savun."
Hayrunnisa Akar