İklim şakaya gelmez

 

Suudi Arabistan'a bir kaç yıl önce yağan kar, sadece hayatında ilk kez karla karşılaşan ülke halkını değil, tüm dünyayı şaşkınlığa uğrattı. Meteoroloji raporlarında son yılların en sıcak, en soğuk, en yağışlı, en karlı, en sert rüzgarlarının estiği mevsim anonslarını duymaktan yorulduk.

Sanayi ve teknoloji devrimlerinin yeniden formatlandığı yaşam biçimlerimiz ve buna bağlı tüketim alışkanlıklarımız, yüksek miktarda enerji tüketimini gerektiriyor. Artan enerji tüketimi pek çok radyoaktif maddenin yanı sıra, katı sıvı ve gaz halinde pek çok zararlı maddenin doğaya bırakılmasına yol açıyor. Aslında yaşadığımız iklim değişiklikleri ve diğer çevresel felaketler sürpriz değil.

Çevresel felaketlerin sürpriz olmadığı ve olmayacağı daha 70'li yıllarda net biçimde görülüyordu. Bu dönemde önde gelen bilimadamlarınca oluşturulan 'Club of Rome' gittikçe büyüyen sorunlara işaret etmeye başlamıştı.

Artık insanlık yaşanan ve yaşanacak sorunların daha fazla farkında. Dünya çapında gerçekleştirilen pek çok zirveyle ortak çözümler aranıyor. Bunlardan biri 2010 yılında Meksika'nın Cancun kentinde yapılan Birleşmiş Milletlerin İklim Zirvesiydi. Burada uluslararası toplum küresel sıcaklık artışının 2°C ile sınırlandırılması durumunda sonuçların kontrol edilebilinir olmasını kabul etmiş, Birleşmiş Milletler nezdinde Ekim - Kasım 2012 aylarında Katar'ın başkenti Doha'da gerçekleştirilen 19. İklim Zirvesi'nde ise 2°C hedefinin uygulamaya alınması hedeflenmişti. Diğer yandan ise son bir yılda olduğu kadar geçmişte bu kadar büyük miktarlarda zararlı sera gazı salımı olmadı.

2011 yılında küresel çapta, en önemli sera gazı olan karbondioksit emisyonları 34,7 milyar ton olarak gerçekleşti. Dünyada en çok karbondioksit emisyonuna yol açan ülkeler Çin, ABD ve Hindistan oldu. Sahip oldukları nüfusla orantılı olarak iklime en fazla zararı Avustralya, ABD ve Kanada vermektedirler. Avrupa Birliği ve ABD'de emisyonlar 2010 yılına göre biraz gerilerken, Çin, Hindistan, Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerde enerji üretimi ve tüketimi son on yılda sert bir artış gösterdi. Birleşmiş Milletler'in Istatistik birimi (UNSD) verilerine göre, karbondioksit emisyonu 34 milyar tonun üzerindedir. Bu emisyonunun %26,4'ü Çin, %17,3'ü ABD, %2,4'ü Almanya ve %1,0'i Türkiye kaynaklıdır. Emisyonların bu kadar yüksek düzeyde kalması ya da daha artması durumunda, gerçek bir iklim çöküşü tehdidi ile karşı karşıya kalabiliriz: Araştırmacılara göre, bu yüzyılın sonuna kadar iklimde 5°C'ye kadar varan bir ısı artışı çok dramatik sonuçlar doğurabilir. Bu deniz seviyesinin çok daha yüksek miktarda ve hızlı yükselişine, kıyılarda aşırı fırtınalı dalgalanmalara ve yeraltı suyu tuzlanmalarına yol açarak burada bulunan çok değerli yaşam alanlarının kaybına neden olabilir. Hatta bunun yanısıra kuraklık ve çölleşmenin artması kaçınılmaz olacaktır.

Bu yıl Doha'da gerçekleştirilen İklim Zirvesi'nde 2 °C hedefi kesinleştirilemedi. 200 ülkenin temsilcilerinin katıldığı müzakereler son derece zorlu ve sert geçmiş, sonuçlar durumun ciddiyetine yaklaşamamıştır. Ancak zirvede 2020 yılına kadar Kyoto Protokolü'nü uzatılması için uzlaşma sağlanabildi. 1997 yılında Kyoto'da yapılan İklim Konferansı'nda özellikle Avrupa Birliği'den 12 ülkenin emisyonlarını azaltması öngörülmüştü. Diğer bazı devletler ise 1990 yılındaki seviyeyi geçmeyeceklerini taahhüt ettiler. Bu taahhütler yeni devletler dahil edilmeden devam ettirilmelidir. Katar'daki konferansta kabul edilen çalışma programı için 2020 yılından itibaren küresel bir iklim anlaşması yapılmalıdır. Ayrıca konferansta, - iklim koruması için yapılacak finansal yardım taahhütleri ise belirsiz kalmıştır. Bu yetersiz sonuçlar bile, Rusya'nın karşı gelmesine rağmen, İklim Zirvesi'nin Katar'lı başkanı Abdullah bin Hamad Al-Attiyah'ın çabaları sayesinde elde edilmiştir. Müzakerelerde oy birliği prensibinin geçerli olması bu durumun gelecektede de tekrar etme ihtimalini yükseltiyor.

Şimdi Almanya'nın bir uluslararası ya da Avrupa sözleşmesini beklemek yerine yol gösterici olması beklenmektedir. Hem yenilenebilir enerji geçişi ile tam bir enerji dönüşümünü gerçekleştirmek, hem de enerji tasarrufu sağlamak mümkündür. Bu konuda son yıllarda bazı başarılar elde edilse de, işyerlerinde ve konutlarda enerji tasarrufu sağlanabilecek büyük bir potansiyel bulunmaktadır. Özellikle enerjinin %70 ile %80'lik büyük bir kısmı ısınma için kullanılmaktadır. En çok elektrik harcayan diğer ev aletleri ise ocak (fırın), buzdolabı ve çamaşır makinesidir. Enerji tasarrufu sağlamak sadece iklimi korumak için önemli değildir. Günümüzde artan enerji fiyatları nedeniyle aynı zamanda para tasarrufu da sağlayabiliriz.

Almanya'daki Türk toplumunu basın ve toplantılar ile bilgilendirme, konut sahiplerine ve dernek yöneticilerine enerji tasarrufu hakkında somut adımlar göstermek adına Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı'nın Ecolog Enstitüsü ile birlikte yürüttüğü iklim korunması ve konuyla ilgili proje hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler www.klima-inter-kultur.de isimli siteyi ziyaret edebilirler.

 

Caner Aver

aver@zfti.de