-
Aa
+
 07/12/2011
 

50. Yıl Armağanı

Almanya’da sekizi Türk, biri Yunan 9 esnafın ölümünden sorumlu tutulan Neonazi çetesinin tesadüfen, iki teröristin ölümünden sonra ortaya çıkmasının ardından, derin devletin aşırı sağcı grupları ne denli tolera ettiği bir kez daha ortaya çıktı. Özellikle siyasi arenadaki fiili uygulamaların süreci tetiklediği ve söz konusu grupları adeta teşvik ettiği yaygın bir kanı.

Almanya’da gündemi işgal eden gelişmelerin gölgesinde ırkçıların gösteri yürüyüşü yapması - yürüyüşe izin verilmesi- de bunun bir kanıtı niteliğinde.

Şu ana kadarki gelişmelere göre ırkçı katillerin hazırladığı ve aralarında Türklerin de olduğu 88 kişilik ölüm listesinden bahsediliyor. Bu gerçeğe rağmen olayın, 'Döner Cinayeti'adı altında servis edilmesi ve sıradan mafya işine büründürülme çabası, devletin işi ne derece sulandırdığına işaret ediyor.

Buna mukabil siyasiler, olay sonrası adeta timsah göz yaşlarına boğuldular. Gerek Federal ve gerekse Eyaletler Meclisi’nde anma törenleri düzenlenmesi, özür dilenmesi, Şansölye Merkel’in ‘Yas tutuyorum’ (!) ifadesi ne derece inandırıcıydı, tartışılır!

Cinayeti işleyen iki kişinin evinde sadece gizli istihbarat çalışanlarına verilen pasaportlardan bulunması, buna paralel Federal Adalet Bakanı Schnarrenberger’in ırkçı Milliyetçi Demokratik Partisi-NPD'nin yasaklanması başvurusunun Federal Anayasa Mahkemesi’nce ‘parti yönetiminde üst düzeyde 'köstebekler' bulunduğu gerekçesiyle geri çevrildiği’ ifadesi ve ‘cinayetlerin Alman iç istihbarat servisinin bilgisi dahilinde işlendiği’ iddiası, bu işin ne derece derin boyutta olduğunu gösteriyor. Burada köstebekten kastedilen; Alam istihbarat ajanları! Buradan hareketle insanın aklına ‘Bu partiyi gizli istihbaratçılar mı yönetiyor?’ sorusu gelmiyor değil.

Konu müslümanlar olunca nedense senaryolar uydurulur, alelacele İslâmi Terör Merkezi kurulur ve tüm birimlerin istifadesine sunulur. Ama derin devletin içli-dışlı olduğu bir konuda adeta mal, hırsıza teslim edilmiştir.

Zira Mölln, Solingen, Ludwigshafen vb. katliamları siyasilerce; 'üzüldük, olmamalıydı, ülkemize yakışmıyor' gibi sözlerle geçiştirilmiştir ve üzüldükleri insanlar (!) için devlet, gerekli tedbirleri almamıştır. Bu durum, bir bakıma devletin göçmenlere bakışını da özetler niteliktedir.

Sair zamanlarda yabancı kökenlilerin ülkedeki varlıklarını fazlalık görenlere ve aynı zamanda ülkeyi aptallaştırdıklarından dem vuranlara sessiz kalacaksınız, tesadüf eseri ortaya çıkan cinayetler serisinin sorumlularına her tülü imkânı sunacaksınız ve işlenen cinayetlere yıllarca seyirci kaldıktan sonra çıkıp edebiyat yapacaksınız..

Yemezler!

Fazla değil, bu olayın ortaya çıkmasından daha bir hafta öncesinde mecliste çifte vatandaşlığa ‘hayır’ diyenler şimdi; 'Göçmenler ve göçmen kökenli insanlar da bu ülkenin yurttaşıdır, bize güvensinler..' nevinden açıklamalarla olayı geçiştirme havasındalar. Bir taftan vatandaşlığa 'hayır', diğer taraftan da 'ülkenin yurttaşısınız' diyeceksiniz. Bu ne yaman çelişki?!

Bütün bunlara rağmen biz iyimser olmayı elden bırakmamalıyız, zira cereyan eden gelişmeler Türkleri bir kez daha derin derin düşünmeye ve analiz yapmaya itmiştir. Belki de bu musibet bin nasihatten daha da etkili olacaktır.

Zira bir yıl öncesinde Türkleri ve Müslümanları yeren/aşağılayan ifadeleriyle siyasi destekli Sarrazin diye biri çıkmıştı, şimdi de devlet destekli çeteler çıktı piyasaya.

İşte bu da Almanya’nın göçmenlere Neonazilerin silahları, Sarrazin’in sözleriyle '50. yıl armağanı' olsa gerek!

Daha bakalım neler göreceğiz, nelere şahit olacağız göçün 50. yılındaki kutlamalara enstrüman niteliğindeki bu gelişmelerden sonra..

Ali Yağız

aliyagiz@web.de