Bir kahramanın ardından

 

Bir süredir ihmal etmek zorunda kaldığım bu köşede, ilk satırlarımı Almanya Bülteni’ni bireysel fedakarlıklarla ayakta tutan sevgili dostum Arif Şentürk ve çalışma arkadaşlarına bu emekleri ve sabırları için teşekküre ayırmak istiyorum. İletişim çağının gerektirdiği araç ve yöntemlerle yaşadığımız ülkeye dair gelişmeleri bizlere taşıyan bu platform, gördüğü bu önemli işlevin yanı sıra, sadece topluma yararlı olma kaygısı ile hareket eden emektarlarıyla da saygıyı fazlasıyla hak ediyor.

 

Haberleşme, yalnız insan doğasındaki öğrenme merakının sonucu olmayıp, aynı zamanda kendini tanımlama bağlamında da ortaya çıkmış bir ihtiyaç. İletişim araçlarının bu ikinci fonksiyonu özellikle azınlık toplumları söz konusu olduğunda daha fazla belirginlik kazanmaktadır. Almanya’daki Türk medyasının göç tarihi içerisinde oynadığı ve oynamaya devam ettiği rolü de bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Bu özel rol aslında sadece azınlık yayın organlarına has bir durum değildir. Almanya çapında bir hayli yaygın yerel yayın organları takip edildiğinde, dış dünyaya karşı coğrafi sınırları belirli bir 'biz' kavramını oluşturdukları veya sürdürdükleri görülebilmektedir.

 

Benim gibi, çocukluğunu 70’li yıllarda Almanya’da geçirmiş ikinci kuşak mensuplarının şüphesiz çok büyük bölümü, kimlik arayışı ve oluşumu ile geçen bu yaşlarında evlerine alınan Türkçe gazetelerin etkisini yadsıyamayacaktır. Almanya merkezli olarak günden güne belirginlik kazanan çağdaş Avrupalı Türk kimliği bugün sayısız toplumsal aktör tarafından belirlenip zenginleştiriliyor. Toplumsal yaşamın hemen hemen her alanına faal, farklı büyüklük ve içeriklere sahip sayısız sivil örgütlenme bu kimliğin gelişimi ve sürdürülmesi için katkılarda bulunuyor. Avrupa’da Türk kültürünün besleneceği bir altyapının henüz oluşmadığı, göçün ilk yıllarında bu çabayı Türk medyası ile sırtlanan bir kesimi daha anmak gerekiyor. Göçün bu 'isimsiz kahramanları'nı yıllar sonra Türk göçünün tarihi yazılırken belki bir satır arasında okuyabileceğiz ya da okuyamayacağız. Bu yüzden tarihe bir not düşmek adına, bu isimsiz kahramanlardan birini kendi hayat hikayemle birlikte anlatmak istiyorum:

 

 

1973 yılında çocuk olarak ayak bastığım Almanya’da 'ben kimim?' sorusu daha yoğun ve özel bir anlam kazanmıştı. Adeta içine atıldığım ve tanımadığım bu yabancı ülkede ilk defa ön yargılarla, dini ve milli kimliğimin 'değersizliğiyle', çocuksu onurumun zedelenmesiyle karşı karşıya kalmıştım. Kendimi anlatmanın, ancak kendimi bilerek olabileceğini hissederek, ailemin etkisi olmaksızın şehrimizde çocuklara Kuran eğitimi veren bir teyzenin evinde ilk dini bilgilerimi aldım. Bugün dünyadan göçüp gitmiş bu hanımefendi ve hafız eşi Herne’deki din eğitimi ihtiyacını görüp, özveriyle evlerinin kapısını herkese açmışlardı. Günden güne artan çocuk ve yetişkin talebelerinin ihtiyaçlarına yanıt vermekte zorlandıklarını fark ederek, geçtiğimiz günlerde Hakk’ın rahmetine kavuşan Sadık Yılma hocamı 1976 yılında Almanya’ya getirdiler. Dinsel örgütlenmenin ilk tohumlarının atıldığı bu evden daha sonra, Sadık Hoca’nın önderliğinde ilk cami dernegi doğacaktı. Bu muhterem büyüğümü, üstümde büyük hakkı bulunan hocamı kaybettiğimde, sadece çok değerli bir insanı kaybetmediğimi, göç tarihinde bir periyodunun da kapanmakta olduğunu cenaze namazı sonrasında içimde acıyla hissettim. Almanya’da bugün faal dini örgütlenmelerin tabelalarının dahi olmadığı, gazetelerde boy gösteren din temsilcilerinin doğmadığı ve diyanet bilincinin Almanya’da DİTİB olarak ortaya çıkmadığı bir dönemde, sadece 'Allah rızası' için çaba gösteren 'isimsiz kahramanların' aziz hatıraları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.

 

Sadık Hocam aydın kişiliği, insan sevgisi, dürüstlüğü, açık sözlülüğü, derin din, dil, tarih ve edebiyat bilgisiyle din adamı olmanın ötesinde bilge bir insandı. Alçakgönüllüğü, ufku, birikimi ve duruşu ile insanların hem aklına hem kalbine hitap edebilen ender kişilerdendi. Kendisi bana ve yaştaşlarıma Allah sevgisini, hoşgörüyü, düşünüp idrak etmeyi, ezbercilikten kaçınmayı, dünyayı ve yaşamı Allah’ın sunduğu nimetler olarak sevmeyi, kibirden uzak durmayı, cehalete prim vermemeyi, ilmin ve bilginin peşinden gitmeyi, sürü olmaktansa ne yaptığını bilen birey olmayı, dini politik emellere kurban edenlerden uzak durmayı, kadınları hor görmemeyi, Cumhuriyet’in kazanımlarını düşmanca inkar edenler grubuna dahil olmamayı ve sürekli okumayı ve kitapları sevmeyi öğretti. Sohbetleri, sevecenliği, cömertliği ve bilgisi sevenlerinin gönlünde kaybolmayacak izler bıraktı. Maalesef gönüllerde iz bırakıp gidenler karşılığını yaşamları esnasında göremiyorlar. Biz insanlar, topluma hizmet eden insanlara yaşamları esnasında hak ettikleri değeri, yakınlığı, desteği ve ilgiyi her zaman veremiyoruz. Ben de bu eziklik içerisinde Sadık Yılma hocamı ebediyete uğurladım. Kendisine Allah’tan rahmet diliyor, sevgisine nail olanlara baş sağlığı diliyorum.

 

Sadık Hoca’yla beraber birinci nesile önderlik eden ve zor şartlarda hizmet veren insanlar artık aramızdan yavaş yavaş ayrılıyorlar. Günümüz Almanyasının İslami yapılanmasına ve bu yapılanmada ön saflarda olanlara bakarken Sadık Hoca’yı daha çok arayacağımı hissediyorum. Diyanet İşleri eski Başkanlarından Sayın Prof. Dr. Süleyman Ateş hocam 17 Mart’ta Vatan Gazetesi’nde çıkan köşe yazısında Sadık Hoca için 'insanlara yaklaşmasını bilen çekici bir kişiliğe sahipti. Cemiyetçi, milletini ve vatanını çok seven bir insandı' diyor. İnsanlara hizmeti bir nevi ibadet olarak gören bu aydın din bilginine, yeni çağın iletişim aracı internet üzerinden ve gönüllü çabalarla yaşatılan bir platform olan Almanya Bülteni’nden veda etmek yakışacağından bu yolu seçtim. Sağlığı ve ömrü yetse o da iletişim çağının nimetlerinden faydalanırdı.

 

Yunus Ulusoy