-
Aa
+
 27/01/2009
 

Dr. Hüseyin Kurt yazdı

Müslümanların geleceği ...

KAV Üyesi ve Agah Delegesi Dr. Hüseyin Kurt´un Hessen Eyaleti Yabancılar Meclisileri Birlği (Agah) ve Frankfurt Yabanacılar Meclisi (KAV) tarafından 25.10.2008 tarihinde Hessen Eyaleti Meclis Binasında düzenlenen 'Almanyada Müslümanların Geleceği – 2. Bölüm' konulu sempozyumda yaptığı konuşmanın Türkçe çevirisinin tamamını yayınlıyoruz.

Müslümanların Gelecekteki Toplumsal Durumları ve Görevleri Hakkında Düşünceler

Giriş

Takriben altı ay önce Frankfurt´ta birincisi yapılan 'Almanya´da Müslümanların Geleceği' konulu bu sepmozyumda konuşmacıların ekseriyeti müslümanların geleceğini, resmi temsil konusu halledilmeden, planlamanın zor olacağını belirtmişlerdi. Bugün bize verilen 'Müslümanların gelecekteki toplumsal görevleri' konusunun işlenmeside bu konudaki gelişmelere doğrudan bağlantılıdır. Resmi temsil konusunun halledildiği varsayımı ile olabilecek gelişmeler ile resmi temsil konusunun halledilemiyeceği varsayımı ile olabilecek gelişmeler tamamen değişik olacaktır.

Federal Almanya Anayasasını hazırlayanlar Almanya Federal Cumhuriyetinin kurulmasıyla, temel haklar bölümünde, din ve vicdan hürriyeti kapsamında, müslümanlar içinde bireysel din hürriyeti meselesini, kendileri Almanya´ya işci olarak, gelmeden çözmüşlerdir. Müslümanlar 60´lı yıllarda Almanya´ya işci olarak gelmeleriyle birlikte, beraber ibadet edecekleri mekanlar kiralamışlar, dini amaçlı dernekler kurmuşlardır. Böylece Federal Almanya Anayasası´nın verdiği bireysel din hürriyetinden kurdukları dini amaçlı derneklerin çatısı altında faydalanmış ve rahatsız edilmeden ibadetlerini yapmışlardır.

Yalnız bireysel din hürriyeti sınırları dışında daha başka alanlar varki, müslümanlar bu alanlardaki anayasal haklarını dini cemaat statüsü kazanamamış olmaları nedeniyle alamamaktadırlar. Bu hakların ne olduğunu ve bu hakları kazanmak için neler yapılması gerektiğini irdelemek bize verilen zaman bütçesini aşacaktır. Bu nedenle ben daha çok müslümanların geleceklerini planlama açısındaki düşüncelerimi bu konuda kendilerine çok önemli görevler düşen dört kurumdan beklentilerimi dile getirerek izah etmeye çalışacağım.

Yöresel Dini Dernekler

Yukarıdada belirtildiği gibi, Almanya´ya işçi olarak gelen müslümanlar daha 60´lı ve 70´li yıllarda beraber ibadet edebilmek amacıyla çok sayıda camii derneği kurmuşlardır. Bu dernekler sadece beraber ibadet etme mekanı olmamıştır. Bu dönemde kurulan bu merkezler Almanya´da yaşayan müslümanlar için çok önemli mekanlardır. Müslümanlar gurbette bu mekanları kendi bırakıp geldikleri vatanları gibi görmüşler ve buralarda vatan hasretlerini dindirmeye çalışmışlar, kendi aralarındakı sosyal ilişkileri geliştirmişler, dertleşme fırsatı bulmuşlar, sevinç ve hüzünlerini paylaşmışlardır. Kısacası ‚Almanya´ya ilk gelen birinci nesil müslümanlar hayatlarını üç merkez arasında, yani işyerinde, evinde ve cami derneğinde geçirmişlerdir.

Lakin içerisinde yaşadığımız 2008 yılında durum daha farklıdır. Almanyada doğup büyüyen yeni müslüman nesiller için camilerin rolü ve değeri daha başkadır. Bu nesillerin daha değişik öncelikleri vardır. Camii dernekleri bu nesiller için artık birinci nesilde olduğu gibi yedek bir vatan değildir, çünkü bu nesiller daha çok doğup büyüdükleri Almanya´yı sıla olarak görmektedirler. Almanya´da yetişen genç nesiller sadece cami derneklerinde değil, belkide daha çok, dışarda kendi dindaşları, vatandaşları ve kendi dindaşları, vatandaşları olmayan insanlarla rahatlıkla sosyal münasebetler kurmakta ve her türlü sorunlarını onlarla paylaşabilmektedirler. Bu nedenle cami derneklerinde verilen klasik hizmetler yeni nesillere bu denekleri kuran birinci nesiller kadar cazip gelmemektedir.

Bu nedenle yöresel dini dernekler verdikleri hizmetleri Almanya´da yetişen yeni nesillerin ihtiyac ve önceliklerine göre geliştirmeli ve zenginleştirmelidir. Dini dernekler aktivite ve hizmetlerini sadece İslam´ın beş şartını yerine getirme imkanı veren faaliyetlerle sınırlandırmamalı, eğitim (okullarda İslam din dersi, gençlik çalışmaları, spor, ana okulu, ev ödevlerine yardım vb.) ve sosyal (sağlık, yaşlı bakımı, sosyal alanlarda manevi telkin, uyum) alanlardada yeni hizmet sahaları açmalıdır.

Ancak bu alanlardaki hizmet geliştirme çalışmalarında yöresel dini dernekler çok çabuk imkanlarının sınırlı olduğunu göreceklerdir. Dernekler hukuki ve idari personel yapılarının yetersizliğinin yeni hizmetleri geliştirmeye uygun ve yeterli olmadığını göreceklerdir.

Yöresel dini dernekler idari yapılarını yani yönetim kurullarını yenilemek zorundadırlar. Yönetim kurullarına daha çok Almanya´da doğup büyümüş yüksek öğrenim görmüş, Almancayı iyi bilen Almanya siyasi ve hukuk sistemini yakından tanıyan yeni nesillerin getirilmesi gereklidir. Daha basit bir tabirle, Almanya´da dini dernekleri kuran birinci nesil, iyi eğitim görmesi için gayret sarfettiği kendi elleriyle yetiştirdiği bu nesillere güvenmeli ve yönetim kurullarında daha çok sorumluluk vermelidir.

Yöresel dini derneklerin çoğunluğu Almanya´da faaliyet gösteren çatı örgütlerden birisine bağlıdır, bu nedenle kendi başlarına hukuki statülerinde herhangi bir değişiklik yapma imkanları çok kısıtlıdır. Dini derneklerin hukuksal statülerinde gerekli değişikllikler yapılması daha çok çatı örgüt merkezlerinin yetki ve sorumluklukları dahilindedir.

Bölgelerüstü Dini Çatı Örgütleri

Almanya´da örgütlenmede kurulması en basit organizasyon şeklinin kayıtlı dernek statüsü olması sebebiyle Almanya´da faaliyet gösteren yöresel ve bölgelerüstü müslüman kurumların hemen hemen tümü 'eingetragener Verein, -e.V.' denilen kayıtlı dernek statüsünde kurulmuş derneklerdir. Bu derneklerin büyük çoğunluğu aynı müslüman memleketten gelen insanların birleşerek kurdukları milli ve dini derneklerdir. Bu nedenle müslümanların geldikleri ülkelerdeki siyasi, mezhebsel, ve kültürel çeşitlilik Almanya´da kurulan derneklerede yansımıştır. Bu derneklerin, bilhassa bölgelerüstü çatı örgüt merkezi idari kadrolarınının teşkili, bu kadroları derneğin tüzüğüne göre teklif edecek ve seçecek olan ilgili kurulların oluşmasında müslümanların geldiği ülkedeki ilgili kurum ve kuruluşların etkin rolü olmuştur. Verilecek din hizmetlerinin planlanması ve daha verimli olmasının teminin içini gerekli profesyonel kadrolar teşkil edilmesinde böyle bir yöntemin ilk dönemlerde gerekliliği kabul edilebilir bir gerçektir.

Müslümanların geldikleri ülkelerde dini konulardaki hukuki sorumluluk ve hükümranlığın devletin (veya devletin anayasal bir kurumunun) mutlak yetkisi alanında olması, Almanyada ise bu konudaki yetkilerin devlet ve dini cemaatler arasında paylaşılması, daha doğrusu dini cemaatlerin devlet tarafından resmi muhatap olarak kabul edilmeleri, yukarıda izah edilmeye çalışılan yönteme göre işbaşına gelen dini çatı örgütleri idari kadrolarının Alman devleti karşısında kendi cemaatlerini temsil etmelerini zorlaştırmaktadır. Müslüman çatı örgütlerinin idari kadroları göç ettikleri devletlerin gelenek ve yasalarında olmayan, oldukça karmaşık olan devlet kilise ilişkileri, daha doğrusu devlet dini cemaatleri ilişkilerini tamzim eden yasaları ve yetki paylaşımlarını anlamakta zorluk çekmektedirler. Bu nedenle yöresel dini dernekler içinde önerildiği gibi dini çatı örgütleride idari kadrolarını yenilemeleri ve Almanya´da doğup büyümüş yüksek öğrenim görmüş, Almancayı iyi bilen Almanya siyasi ve hukuk sistemini yakından tanıyan, devlet din ilişkileri konusunda uzman yeni nesillere yetki ve sorumluluk verilmesi zorunludur.

Almanya´da faaliyet gösteren dini çatı örgütleri müslümanların geldikleri ülkelerdeki kendilerine yakın kurum ve kuruluşlarla bağlantısı olması, işbirliği yapması yadırganacak ve yadırganacak bir tutum değildir. Aksine Almanya´da müslümanların ihtiyacı olan din adamları, din dersi öğretmenleri ve diğer islam dini uzmanları Almanya üniversitelerinde yetişmedikce Almanya´da yaşayan müslümanların geldikleri ülkelerdeki ilahiyat fakülteleri, dini kurum ve kuruluşlarla yoğun ilişkiler ve işbirlikleri zaruridir.

Almanya Müslümanlar Koordinasyon Kurulunun (KRM) oluşumu önemli bir gelişmedir. Ancak KRM kendi önemini, başarılarını cami ve cemaat sayısı ile ilgili istatistik bilgilerle, Ramazan aylarında ne kadar camide iftar yemeği verildiği, 3 Ekim açık cami gününe katılan cami derneklerinin sayısı, cami açılışı, veda, karşılama töreni gibi kutlamalarda yapılan konuşmalar, günlük siyasi ve toplumsal gelişmeler ile ilgili yayınlanan basın bildirileri, siyasiler ile yapılan söyleşiler ile ölçmeye, temellendirmeye çalışması üzücüdür. Oysa bu çalışmalar KRM oluşturulmadan da başarıyla yürütülmekteydi, o nedenle eskiden beri yapılan bu faaliyet ve çalışmalar için ayrıca yeni bir kurum oluşturmaya gerek yoktu.

KRM projesi başarılı olması durumunda Almanya´daki müslümanların gelecekleri için tarihi bir fırsattır. Ancak KRM aktüel hukuki statüsü ile Almanyadaki müslümanları temsil etmekten uzaktır. Almanyadaki en büyük dört müslüman çatı örgütünden müteşekkil ortak çalışma platformu olan KRM mevcut hukuki yapısıyla Almanya´da müslümanları devlete karşı resmi olarak temsil etme legitimasyonuna sahip değildir.

Almanya´da dini cemaatlerin temsil hakkının verilmesi ile hükümranlık hakları eyalet hükümetlerine verilmiştur. Bu nedenle KRM´ye düşen iş, kendisi veya KRM´yi teşkil eden dini çatı örgütleri eyaletler düzeyinde eyalet yasalarının öngördüğü şekilde dini cemaat olarak örgütlenmek ve bulunduğu eyalet içişleri bakanlığına temsil ettiği müslümanlar için resmi muhatap olabilmek için müracatta bulunmalıdır.

Alman Devleti – Siyasiler

Son yıllarda Alman devletinin müslümanları topluma ve sisteme entegre etmek için yoğun bir çaba sarfettiği gözlemlenmektedir.

Uyum zirvesi, Alman İslam Konferansı, İslam dersinin okullarda okutulması ile ilgili eğitim bakanları ile Federal Şansölye tarafından imzalanan Weimar deklarasyonu, imamlara yönelik eğitim projeleri, Almanya üniversitelerinde İslam kürsüsü açma çalışmalarına hız verilmesi Almanya´da müslümanları topluma ve sisteme entegre etme çalışmalarının önemli göstergeleridir. Bu çalışma ve gelişmeler, Federal ve eyalet hükümetlerinin Müslümanların topluma ve sisteme entegresi meselesini, bir devlet politikası yaptıklarını göstermektedir.

Almanya´nın iki önemli kilisesi Katolik ve Protestan kiliselerinin eşit büyüklükte olması nedeniyle Almanya Anayasasında eşit muamele görmesi Almanya´daki diğer dinlerin dolayısıyla müslümanlarında avantajına bir durumdur. Federal Anayasa sadece Protestan ve Katolik mezhebleri mesnsublarına değil, Müslümanlara, Yahudilere ve diğer dini guruplarada dini konularda dini cemaat kurma ve devletin muhatabı olma hakkı ve imkanı vermektedir.

Almanya´da Hıristiyanları devlete karşı resmi olarak temsil eden Protestan ve Katolik Kiliseleri, Almanya Federal Cumhuriyetinin kuruluşundan evvelde var olan yüzyıllar boyu kendinin geliştirmiş muazzam, devasa teşkilatlardır. Sadece yarım asra yakın bir zaman önce ilk defa işci olarak Almanya´ya gelen Müslümanların kendilerini devlete karşı resmi olarak temsil edecek kiliselere benzer büyük kurumlar kurma imkan, maddi kaynak, bilgi ve tecrübeleri yoktur.

Bu nedenle Alman devleti, bilhassa eyalet hükümetleri müslümanlara resmi temsil hakkı verme sürecinde yardımcı olmalıdır. Devlet bu süreçte Müslümanlara yerine getiremiyecekleri ağır şartlar koşmamalı kendilerinden kilise benzeri muazzam kurumlar oluşturmalarını beklememelidir. Bazı politikacıların 'Müslümanların resmi temsil meselesi, sadece Müslümanların meselesidir, bu konu devleti ve siyaseti ilgilendirmez, devlet Müslümanların iç meselelerine karışmaz, onlar kendi aralarında anlaşsınlar, dini cemaat kursunlar, ondan sonra resmi temsil için müracat etsinler, bu konudaki Alman devleti, siyasiler hiç bir girişimde bulunmamalı' demesi, kolaycı ama meselenin çözümünü hızlandırıcı bir tutum değildir. Buna benzer tutum ve görüşler problemin çözümünü zorlaştıracaktır.

Üniversiteler – Alman Üniversitelerindeki İslam Kürsüleri

Almanya´nın gelecekteki müslüman din adamı, İslam din dersi öğretmeni ve diğer İslam dini uzmanlarının Almanya´da doğup büyüyen Müslüman nesiller arasından Almanyada´ki üniversitelerde kurulacak - İslam dini kürsülerince yetiştirilmesi gerekliliği, üzerinde tartışma götürmeyen bir realitedir.

Almanya´daki üniversitelerin çoğunda, yüzyıllardan beri oryantalistik ve islam din bilimleri bölümleri faaliyet göstermektedir. Bu bölümlerdeki kürsülerde genelde Müslüman olmayan öğretim görevlileri eğitim vermektedir. Bu kürsüler, personelleri ve diğer donanımları açısından, Almanya´da müslümanlara hizmet verecek müslüman ilahiyatçı yetiştirmeye uygun değildir.

Bu nedenle, müslümanları topluma ve devlete entegre etmeyi bir devlet politikası yapan Alman devleti son yıllarda Almanya´nın bazı üniversitelerinde, amacı Müslüman din adamı, İslam din dersi öğretmeni ve ihtiyac olan diğer İslam dini uzmanları yetiştirmek olan İslam dini kürsüleri kurmak için çalışmalar başlatmıştır. Bu çalışmalar Frankfurt, Osnabrück, Erlangen ve Münster üniversitelerinde ilk meyvelerini vermiş ve müslüman öğretim görevlilerinin çalıştığı İslam dini kürsüleri kurulmuştur. Bu kürsülerin bir kısmı müslümanların geldiği ülkelerdeki İslam ilahiyat fakülteleri ile sıkı işbirliği içerisindedir. Örneğin Frankfurt´ta kurulan İslam dini vakıf Profesörlüğünün Türkiyedeki ilahiyat fakülteleri ile işbirliği yapması gibi.

Almanya üniversitlerinde kurulan bu merkezler, son zamanlarda yerine getirilmesi oldukca zor olan bir taleple karşı karşıyadırlar. Bu bölümlerden İslamı reforme etmesi, ‚aydınlatması’ beklenmektedir. Bu beklentiyi dile getirenler İslam tarihinde 'içtihad' kapısının hiç bir zaman kapanmadığını ve her zaman günün ihtiyaclarına göre dini hüküm verme imkanı olduğunu görmemezlikten gelmektedirler. İslam tarihinde daima içerisinde yaşanılan çağın ihtiyaclarına göre içtihad etme imkanı olması ve inananlara haksız yere zulüm edilmemesi nedeniyle, başka dinlerde olduğu gibi, (örneğin Hıristiyanlıktaki ‚Aydınlanma’ ve Martin Luther´in başını çektiği ‚Protestantizm’ gibi) köklü reform hareketleri olmamıştır. Tarihteki bu ve buna benzer dini reform hareketleri iç dinamiklerden kaynaklanması ve bu reform tezlerinin uzun vadede o dini yaşayan insanların büyük bir bölümü tarafından kabul edilmesi gerektiğini göstermektedir. Dolayısıyla Almanya´da bazı çevrelerin İslam´dada Hıristiyanlığa benzer bir reform hareketi olması gerekiyor demesi günümüz gerçeğine uzaktır.

Almanya´daki üniversiteler bünyesinde kurulan ve kurulacak İslam dini kürsülerinin en önemli görevi, Almanya´da yaşayan müslümanlara hizmet verecek Müslüman din adamı, İslam din dersi öğretmeni ve diger İslam dini uzmanları yetiştirmek olmalıdır. Yetiştirilecek elemanların Almanya´da yetişen müslüman yeni nesillerden oluşması gerçeği, açılan ve açılacak olan bu bölümlerin, Almanya´da yaşayan müslümanların ve onların kurduğu kurumların güvenini kazanmasını gerektirmektedir. Aksi takdirde bu bölümler okutacak talebe bulmakta güçlük çekeceklerdir. Münster üniversitesinde kurulan, amacı İslam din dersi öğretmeni yetiştirmek olan kürsüdeki üzücü gelişmeler, bunun tescili olan bir örnektir.

Üniversitelerdeki bilimsel araştırma hürriyeti, tabiki amacı Müslüman din adamı ve İslam din dersi öğretmeni yetiştirmek olan kürsüler içinde geçerlidir. Ancak, amacı müslümanların arkasında namaz kılacağı din adamı, çoçuklarına dinini öğretecek olan islam din dersi öğretmeni yetiştirmek olan bir kürsünün sahibi olan öğretim görevlisi, bilimsel araştırma adına, o dininin peygamberinin yaşayıp yaşamadığı konusunda şüphe duyarsa, haklı olarak o dine inanan insanların güvenini yitirir ve okutacak talebe bulamaz. Kiliseler Hıristiyanları resmen temsil eden ‚vocatio’ denilen plebisit (tek yönlü geri alma) hakkına sahiptirler. Müslümanlar kendilerini develete karşı resmen temsil edecek hukuki statüye sahip olmamaları nedeniyle bu haktan henüz yararlanamamaktadırlar.

Münster Üniversitesindeki acı tecrübeden sonra, Almanya´da kurulan ve kurulacak olan, amacı Müslüman din adamı ve İslam din dersi yetiştirme olan, kürsülerden şu talebi formule etmekte yarar var: Bu kürsüler bilimsel araştırma adınada olsa Müslümanların tümünün eksiksiz olarak inandıkları imanın temel şartlarını inkar ve şüphe eden tezler öne süremezler, bu tezleri eğitim verdikleri talebelere din ve bilim adına öğretemezler, aksi takdirde bu bölümler Müslümanlar için din adamı ve İslam din dersi öğretmeni yetiştirme hak ve selahiyetlerini kaybederler. Bu görüşleri savunan bilim adamları, bu görüşlerine rağmen, tabiki üniversitelerdeki bilimsel araştırma ve bu araştırmalarının sonuçlarını yayınlama haklarını kaybetmezler ancak inanç esaslı din öğretiminde yer alamazlar.